Günümüz iş dünyasında açık ofisler bir trend haline geldi. Amerika’da hemen hemen her ofis, açık ofis şeklinde tasarlanmakta… Hücreleri ve bölümleri ortadan kaldıran açık ofisler, ilk başlarda pek çok kişi tarafından eleştiri yağmuruna tutulmuş, ardından çalışma ortamına getirmiş olduğu kolaylık ve trend oluşu sebebiyle takdir görmüştü. Peki açık ofisler sanıldığı gibi başarı getirebiliyor mu?
Özel Alan Bulunmuyor
Çalışanların kendilerine ait özel bir alanının bulunmaması açık ofislerin en büyük dezavantajı olarak görülüyor. Bu özel alan, en üst pozisyonda çalışan şirket yönetici için de en ast pozisyonda çalışan personel için de geçerli dezavantajlardan biri olarak yer alıyor. Hücrelerin ve bölümlerin yer almaması, kişisel bir alanın olmaması insanların mutsuz olmasına neden oluyor.
Peki bu mutsuzluk neden kaynaklanıyor? Etrafınızda olan biten her şeyi görmenize, dolayısıyla dikkatinizin dağılmasına, performans ve verimlilik düşüşü yaşamanıza neden olur. Solunuzdaki çalışma arkadaşınız grip olduğu için sürekli olarak burnunu çekiyor, sağ tarafınızdaki çalışma arkadaşınız kavga ettiği nişanlısı ile hararetli bir konuşma gerçekleştiriyor, arkanızdaki personel, önünüzdeki çalışma arkadaşınızla sohbet etmeye çalışıyor…
Herkes birbirinden bağımsız bir şekilde hareket ederken, bu ortam içerisinde yüksek performansa dayalı bir çalışma gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Bu durumdan uzak kalmak adına ya kulak pamukları kullanılıyor ya da kendinizi ortamdan uzak tutmak adına dev kulaklıklar kullanmak zorunda kalıyorsunuz. Yani, çalışma ortamından kendinizi soyutluyorsunuz.
Açık Ofis Neleri Değiştirir?
Harvard Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada iki farklı ofis modelinde çalışan personellerin sosyal etkileşimleri, etkileşim türleri ve miktarları araştırılıyor. Çalışanlar açık ofis öncesi ve sonrası olarak değerlendiriliyor. Araştırma sonucunda açık ofise geçen personellerin iletişim yönünde yüzde 70 düşüş yaşadığı tespit ediliyor.
Açık ofisler, ilk oluşturulduğunda insanlar arasındaki engelleri kaldırmak amacıyla yapılmıştır. Engeller kalkarsa, iletişim becerileri artar ve insanlar birbiri ile daha uyumlu bir şekilde çalışır mantığı ile oluşturulmuştur. Fakat araştırma sonuçları, bu durumun böyle olmadığını kanıtlıyor. Normal şartlar altında iki insan arasındaki engeller kalktığında iletişimin güçlenmesi gerekir. Ne kadar az engel, o kadar çok konuşmadır. Fakat araştırma raporlarının yüzde 70 oranında bir düşüş göstermesi, her zaman için doğru kararlar verilemediğini gösteriyor.
Sosyometrik Rozet Araştırması
Bir diğer yapılan araştırmada, insanların kızılötesi sensörler, mikrofonlar ve buna benzer sosyometrik rozetler kullanması ile gerçekleştirildi. Sosyometrik rozetler, insanların harekete geçmesiyle birlikte iletişim faaliyetlerini, yüz mimiklerini, konuşurken ne hissettiklerini, nerede olduklarını ölçmeyi sağladı. Araştırmacılar bu rozetleri Fortune 500 Dergisi’nin içerisinde yer alan “En İyi 500 Şirket” içerisinden iki şirkete uyguladı.
A şirketinde 52 adet çalışan ve B şirketinde 100 adet çalışan bu rozetleri giydi. Ardından çalışanların davranışları üç ay boyunca izlendi. Bu üç ay içerisinde çalışanların açık ofise geçmeden önceki davranışları ve açık ofise geçtikten sonraki davranışları takip edildi. A şirketi için yüz yüze etkileşime ve bu etkileşim için harcanan zamana dikkat edildi. B şirketi için insanların çift halinde ne kadar iletişime geçtiği odak noktası olarak belirlendi.
Araştırmanın sonucunda, her iki şirkette de yüz yüze iletişimin neredeyse “yok” denecek kadar az bir seviyeye düştüğü görüldü. Bunun yerine çalışanların e-posta ya da IM verilerine dayanan elektronik iletişim yöntemleri ile bağ kurduğu ortaya çıktı. Yani insanlar yüz yüze iletişim kurmak yerine, sosyal becerilerini körelten sanal ağı tercih etmeye başladı.
Özetle, açık ofislerde çalışan personellerin kendilerine ait kişisel bir alana sahip olmaması ve sosyal becerilerde körelmesi, şirket içindeki informal örgüt yapısının zedelenmesine sebep oluyor. İnsanlar, kapalı bir duvar ardındayken kendilerini daha güvende ve rahat hissediyor.