1980’li yıllardan itibaren kamu borç stokunda yaşanan hızlı artış, ekonomik yönde yaşanan krizler, Türkiye’deki borçlanma yapısına dair yeniliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Borçlanma yapısı iki şekilde incelenmektedir; iç borçlanma ve dış borçlanma. Ülke içerisindeki kamu giderlerinin ve gelirlerinin yani kamu finansmanının yarattığı bu durum borçlanma yapısını oluşturmaktadır. Kamu giderleri, kamu gelirleri ile karşılanamazsa ortaya borçlanma çıkmaktadır. Günümüzde borçlanma yapısına yönelik 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi hakkında kanun bulunmaktadır. Bu kanun düzenlenene kadar Türkiye’deki borç yönetimi etkin olmamıştır. Dolayısıyla son 20 yıla kadar borç stoku problemleri yaşanmış ve sürdürülebilir bir borçlanma politikasının geliştirilmesi harcama politikalarını da düzensizliğe sokmuştur. Harcama politikalarında yaşanan düzensizlik ile birlikte yüksek reel faizler ve ekonomide düzensizlikler meydana gelmiştir. Fakat çıkan 4749 sayılı kanun ile birlikte günümüzde de uygulanmakta olan borçlanma politikası sayesinde dış ve iç borçlanma dengede tutulmaya çalışılmaktadır.
Borçlanma yapısı daha özet bir tanımla açıklanmak istediğinde devletlerin borçlarını etkin bir şekilde yönetmesi için stratejiler geliştirmesi ve yürütmesidir. Bu durum aynı zamanda işletmeler için de geçerlidir. İşletmeler de iç ve dış borçlanma faktörüne dahil olmaktadır. Borç yönetimi için düşük maliyet ve asgari risk ile piyasalardan fon sağlamak gerekir.
Ülkemizdeki borçlanma yapısı ve nakit yönetimi 1983 yılından bu yana Maliye Bakanlığı tarafından kontrol altında tutulmaktadır. Bu sayede kamu gelirleri, kamu giderleri ve nakit yönetimi tek elden, eş bir şekilde kontrol altına alınmıştır. Borçlanma yapısında söz konusu olan bütçe dengesi yaratmaktır. Finansal piyasaların sürekli olarak etkileşim içerisinde olması, finansal piyasalardaki araçların da sürekli olarak gelişmeye yönelik olması borçlanma yapısını etkilemektedir. Dolayısıyla finansal piyasalarda yaşanan herhangi bir olumsuz yöndeki değişim, borçlanma yapısında da negatif bir duruma sebebiyet vermektedir. Aynı şekilde borçlanma yapısında yaşanan hareketler de finansal piyasaları etkilemektedir. Bu nedenle hem borçlanma yapısında hem de finansal piyasalarda alınacak kararlar ve uygulanacak stratejiler de eşgüdümlü olunması gerekir. Alınan herhangi bir karar ya da uygulanan strateji, yanlış olması doğrultusunda ekonomik krize neden olabilmektedir. Çünkü ekonomik istikrarı sağlamak zorlaşacaktır.
Ülkemizde de aşırı bir borçlanma durumu söz konusudur. Gerek iç borçlanma gerekse de dış borçlanma açısından bakıldığında kamu kesimindeki borçlanmanın her yıl giderek artıyor olması, gereğinden fazla borçlanmanın yaşanması, iç borç sorununu meydana getirmektedir. İç borç sorununu artması ve iç borçlanma yetkisinin devletin borçlanma yetkisiyle de ilişkisi bulunmaktadır. İç borcun artması, vatandaşların daha fazla vergilendirilmesi demektir.
İç Borçlanma Nedir?
İç borçlanma, devletin ülke sınırları içerisindeki kişilere ve kurumlara ulusal para biriminden borçlanması demektir. Bu borçlanma türünde iktisadi nitelik, satın alma gücünün özel ve kamusal kesimler arasında el değiştirmesi ve ülkenin kullanabileceği kaynaklara herhangi bir ek durumunun söz konusu olmamasıdır. Yani devlet iç borçlanma yöntemini uygulayarak vatandaşlarına ve kurumlara bono, tahvil ve değerli menkul kıymetler satarak borçlanmaktadır.
Aynı zamanda iç borçlanma kamu giderlerinin gelirlerinden fazla olmasıyla da meydana gelmektedir. Devletin borçlanma durumu Hazine Müsteşarlığını tarafından gerçekleşmektedir. Eğer kamu giderleri beklentilerden daha yüksek bir rakama ulaşırsa ortaya “kamu açığı” çıkar. Bu da iç borcun çok yüksek olduğu anlamına gelmektedir.
İç borçlanma üç alt gruba ayrılmaktadır. Bunlar; kısa ve uzun vadeli iç borçlar, teminatlı ve teminatsız iç borçlar, zorunlu ve gönüllü iç borçlardır. İç borç stoku, kamu sektörünün borçlanma gereksiniminde yüksek düzeyde olmasıyla sürekli olarak artış göstermektedir. İç borç stokunda yer alan kalemler aşağıdaki gibidir:
- Devlet Tahvilleri: Vadeleri bir yıl ya da daha az olan değerli kamusal menkul kıymetlerdir. Bir yıldan uzun süreli devlet tahvilleri nominal faiz oranı üzerinden belirlenir.
- Hazine Bonosu: Vade süresi bir yıldan azdır. Faiz ödemesinin olmadığı değerli kamusal menkul kıymetlerdir. Bu bononun ihracında iskonto satılmaktadır. Vade sonunda ise nominal değerle satın alınmaktadır. Dolayısıyla vade sonundaki ödemedeki anaparanın üzerine faiz eklenir. Hazine bonosuna yönelik talepte gecelik faizlerin yükseldiği dönemler olabilmektedir. Bu dönemlerde repo ve ters repo işlemleri de artış göstermektedir.
- Kısa Vadeli Avanslar: Kısa vadeli avanslar iç borçlanma söz konusu olduğunda avans kullanma maliyeti sebebiyle devlet tarafından en çok tercih edilen borçlanma yöntemidir. Hazine, Merkez Bankası tarafından çektiği kısa vadeli avansları iç borç kalemine devretmektedir. Bu sayede avans kullanmanın maliyetindeki olumsuz etkiler ortadan kaldırılmış olunur fakat iç borçlanma da artar. Kamu kurumlarının gerçekleştirdiği ödemelerde de (personel maaşları ve benzeri) bu yöntem kullanılmaktadır. Fakat bu kaynak sürekli olarak kullanılırsa piyasalardaki likidite sorununa neden olmaktadır.
- Konsolide Borç: Merkez Bankası, Hazine’ye döviz ve altın işlemlerini gerçekleştirdiğinde Hazine tarafından arada çıkan fark, borç olarak üstlenilmektedir. Bu durumda Hazine iç borçlanmaya uğramış olur. Bu duruma da konsolide borç denmektedir. Bir diğer konsolide borç çıkma unsuru da Hazine’nin ödemek zorunda olmadığı ve faiz tahakkuku etmeyen kalemlerinin bir bölümünün KİT’lere finansman olarak verilmesi sonucuyla ortaya çıkmaktadır. Bu durumda tahvillerin konsolidasyonunda konsolide borç oluşmaktadır.
Hazine bonoları ile yapılan iç borçlanmanın, toplam iç borçlanma stok oranını yükseltme faktörü bulunmaktadır. Bu faktöre dikkat edilmesi gerekir çünkü olumlu bir gösterge değildir. Bu oranda yaşanan yükseliş beraberinde faiz oranlarında da ciddi bir artışa sebep olacaktır. Ülke ekonomisindeki bütçede iç ve dış borçlanmanın faiz ödemelerinin payı yüzde 25’i aşmamalıdır. Aştığı takdirde iç borçlanmanın artış göstererek devam edeceği anlamına gelmektedir. İç borçlanma oranında fikir edinebilmek ve iç borçlanmada nasıl bir eğilimin baş gösterdiğini öğrenmek için yıllar arasındaki enflasyon oranına bakılması ve iç borç stokunun gayri safi milli hasıla ile oranının izlenmesi gerekir.
Dış Borçlanma Nedir?
Dış borçlanma en basit tanımı ile ülke kaynaklarına ek bir kaynak sağlamak acıyla ülkenin ödeme gücü dikkate alınarak ve döviz olarak ödemesi yapılarak yabancı hükümetlere ya da finans kuruluşlarına karşılıklı veya karşılıksız olarak borçlanmaktır. Bu borçlanmada geri ödemeli kaynak alınmaktadır. Başka bir deyiş ile dış borçlanma, fon fazlalığı elinde bulunan ekonomilerden fon açığı bulunan ekonomilere yönelik uluslararası para birimlerinde yapılan borçlanma anlamına gelmektedir. Dış borçlanma IMF’den, bir bankadan ya da bir ülkeden alınabilmektedir. Ekonomik yönden sıkıntılar yaşayan ülkelerin dış borçlanma türleri 4 ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar; devletlerarası dış borçlanmalar, uluslararası kuruluşlardan borçlanmalar (örneğin IMF ya da Dünya Bankası), piyasalar aracılığıyla tahvil ihracı karşılığında dış borçlanmalar, yabancı bankalar üzerinden dış borçlanmalar.
Ülkemizdeki dış borçlanma alacaklara, borçlu olanlara ve vadesine göre borçlar olmak üzere üç ayda bir yayınlanmaktadır. Bu verilere ulaşmak için Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan yıllık planlara bakılabilir. Ek olarak Merkez Bankası veri sistemi ile Hazine Müsteşarlığı Kamu Finansman Genel Müdürlüğü’ne ait olan Dış Borçlar Bülteni takip edilebilmektedir.
Dış borçlanma oranını farklı kılan temel özellik anapara ve faiz geri ödemelerinde kaynak akımının ülke ekonomisi dışında olmasıdır. IMF (Uluslararası Para Fonu), World Bank (Dünya Bankası), OECD (Ekonomi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) tarafından 1984 yılında Dış Borç İstatistikleri Çalışma Grubu’nu kurmuştur. 1988 yılında da genel bir dış borçlanma tanımı yapılmıştır. Buradan yapılan tanıma göre dış borçlanma, “Belirli bir anda ülkedeki yerleşik olanların olmayanlara karşı sözleşmeye bağlı olarak yükümlülük altına girmesi ve bu yükümlülüğü faizli ya da faizsiz anapara geri ödemelerinin anaparalı ya da anaparasız faiz ödemelerinin miktarı” olarak belirtilmektedir.
Dış borçlanma günümüzde en çok tartışılan konulardan biri haline gelmiştir. Özellikle ülkemizin dış borçlanma oranının fazla olması, sermaye yetersizliğinden zarar gören bir ekonomiye sahip olunup olunmadığı tartışmalarını gündeme getirmiştir. Ekonomik yönden ülke büyüme gösteriyor olmasına rağmen dış borçlanma oranının fazla olması, bütçe açıklarının meydana gelmesine neden olmaktadır. Bir diğer tartışma konusu ise dış borçlanma yapan bir ülkeye, bir başka ülkenin dış borçlanma yapmasıdır. Gelişmekte olan ülkelere bakıldığında bu durumun yaşanmasının dört temel sebebi bulunmaktadır. Bunlar; yoksulluk, döviz kurunda yaşanan dengesizlikler, gelir yetersizliği ve ödeme güçlüklerinin bulunması ve dış faktörler yani uluslararası konjonktürel dalgalanmalar olarak yer almaktadır.
Dış borçlanma gelişmiş ülkeler açısından bir devletin ya da finans kuruluşunun dış kaynaklardan gelir elde etmesi anlamına da gelmektedir. Borçlanılan ülkenin ekonomik yönden gelişmesine olanak sağlamaktadır. Dolayısıyla borçlanılan ülke açısından oldukça avantajlıdır çünkü ülkeye yabancı para biriminin girişi de söz konusudur. Fakat Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler içerisinde dış borçlanma büyük problemlerinde biridir. Artan borçlar, borç yükünü arttırdığı için yatırımlarda da kısıtlama getirecektir. Üretim hacmi giderek azalacaktır. Türkiye’nin dış borçlanma oranlarına bakılacak olursa 2002 yılından itibaren dış borçlanma oranında artış olduğu görülmektedir. 2002 yılında yüzde 18,6 olan dış borçlanma oranı 2009 yılında yüzde 28,2’ye ulaşmıştır.
Dış borçlanma oranlarının ülke içerisindeki olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için aşağıdaki uygulamaların yapılması gereklidir:
- Dış borçlar üretimi arttırıcı nitelikte ve dış borcun anaparası ile faizi ödenebilecek alanlarda olmalıdır. Dış borçlar tüketim harcamaları, savunma harcamaları, bütçe açıklarını kapatmak amacıyla alınan harcamalar sebebiyle kullanılıyor ise bu borçlanma doğru değildir. Borcun ödemesi ya vergilendirmeye ya da tekrardan dış borç alınmasına neden olacaktır.
- Alınan dış borçlar, yabancı para birimlerinden gelir getirecek yatırımlarda kullanılmalıdır. Bu sayede ihracat üstünlüğü elde edilebilmektedir.
- Dış borçların ekonomiye yönelik katkısı ve ekonomide meydana getireceği daralmalar ve büyümeler konusunda dikkatli olunmalıdır. Dış borcun anapara ve faiz ödemesi yüksek ise daralma meydana gelecektir.
- Dış borçlanma söz konusu olduğunda özel sektör tarafından kullanılacak kaynakların kamu tarafından kullanılması düşürülmelidir.
- Özelleştirmesi söz konusu olan kamu varlıklarının hızlı bir şekilde özelleştirme süreçleri tamamlanmalıdır. Bu sayede kamu finansmanı için gelir ve kaynak elde edilmiş olunur ve faiz yükü azalır.
- Piyasa içerisindeki kurumlarda zayıf halka olarak görülen kurumların risk oranı yüksektir. Bu kurumlar dikkate alınmalıdır.
Dış borçlanmalar için yapılacak olan ödemelerin büyük bir çoğunluğu ihracattan elde edilen gelirler ile karşılanmalıdır. Bu sayede dış ticaret söz konusu olduğunda ülkeler arasında çeşitlendirme meydana gelmektedir. Bu karar, ihracat oranlarını arttırmakta ve yeni ülkelere kaynak transferini sağlamaktadır.
Türkiye’nin Borçlanma Yapısı
Ülkemizde gelir elde etmek ve ekonomik yönden kaynak sağlayabilmek için üç çeşit gelir yöntemi bulunmaktadır. Bunlar;
- Vergi aracılığıyla kamu finansmanı elde etmek
- İç ve dış borçlanma yolu ile kamu finansmanı sağlamak
- Para basma ile (yani Emisyon) kamu finansmanı elde etmek
Maliye politikaları gereğince kullanılan iki yöntem borçlanma ve vergilendirmedir. Devlet, hem iç hem de dış borçlanma yolu ile gelir elde edebilmektedir. Borçlanma söz konusu olduğunda kamu finansmanı gelirleri ile kamu finansmanı giderlerine dikkat edilmelidir. Giderlerin fazla olması durumunda borçlanma da söz konusudur. Çünkü gidere yönelik kaynak yaratmak gerekir. Bu da borçlanma yolu ile karşılanabilmektedir.
Ülkemizde 2002 yılından bu yana ekonomik büyüme elde edilmesine rağmen iç borçlanma ve dış borçlanma oranı artış göstermiştir. İç borçlanma oranı kamusal piyasayı risk altına alırken, dış borçlanma oranları ise ihracattan alınan gelirleri, dış ticareti, ülkenin ekonomik dengesini, uluslararası piyasalardaki yatırımlarını risk altına sokmaktadır. 2010 yılında uluslararası dış borçlanmalar hakkında alınan bir karara göre devletlerin toplam borçları, gayri safi yurt içi hasılanın en fazla yüzde 60’ı kadar olabilmektedir. Bu oran geçildiği takdirde ülkenin borç stoklarında azalma yaşanır ve ülkenin borçlanma gücü de aynı oranda azalmaktadır.
Türkiye’nin borçlanma yapısı ile ilgili olarak bazı temel kavramlar bulunmaktadır. Bunlar;
- Merkezi Yönetim İç Borç Stoku,
- Merkezi Yönetim Dış Borç Stoku
- Merkezi Yönetim Toplam Borç Stoku
- Avrupa Birliği Tanımlı Genel Yönetim Borç Stoku
- Kamu Net Borç Stoku
- Türkiye’nin Brüt Dış Borç Stoku
- Türkiye’nin Net Dış Borç Stoku
olarak yer almaktadır. Bu stoklar dikkatli bir şekilde izlenmelidir çünkü stoklar, ülkenin gidebileceği iç ve dış borçlanma oranlarını tespit etmektedir. Türkiye’nin borç yükü hesaplanmak istenildiğinde kullanılması gereken formül aşağıdaki gibidir:
“İç Borçlanma + Dış Borçlanma = Ülkenin Toplam Borç Yükü”
Bu formüle ve 2019 yılının Haziran ayında açıklanan verilere göre Türkiye’nin borç yapısı aşağıdaki gibi yer almaktadır:
- Brüt dış borç stoku 453,4 milyar dolar
- Net dış borç stoku 277,3 milyar dolar
- Brüt dış borç stokun milli gelire oranı yüzde 60,6
- Net dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 37,1
- Hazine garantili dış borç stoku 14,8 milyar dolar
- Kamu net borç stoku 568,2 milyar TL
- Kamu net borç stokunun milli gelire oranı yüzde 14,8
- AB tanımlı genel yönetim borç stoku 1 trilyon 215,3 milyar TL
- AB tanımlı genel yönetim borç stokunun milli gelire oranı yüzde 31,8
Bu oranlara bakıldığında Türkiye’nin borçlanma yapısının dış borçlanma alanında ilerlediğini göstermektedir. Bu da yatırımların azaldığını, ülke ekonomisindeki kamu finansman giderlerinin arttığını ve yine ülke ekonomisinde ihracat yerine ithalatın arttığını göstermektedir. Ülke içerisindeki üretimin de azalışa geçtiği yine bu tablo üzerinden görülebilmektedir. Dış borçlanma oranının artması faizlerde ve vergilerde yükseliş yaratmakla birlikte ülke ekonomisinde dengesizlik meydana getirmektedir. Gelir dağılımında düzensizlik, milli gelir oranının düşmesi ve benzeri sebepler yine dış borçlanma ile ortaya çıkmaktadır.
Ülkemizin gelişmekte olan bir ülke olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Ülke ekonomisindeki tüketim ihtiyaçları, kamu finansman giderleri için kaynak yaratmak ve uluslararası ticarete katılmak, bu giderlerin artmasına neden olmaktadır. Uluslararası para birimleri cinsinden borçlanıldığı takdirde işletmeler, finans kuruluşları ve kurumları ile devletin bu maliyeti ödeyebilme gücünde olup olmadığına dikkat edilmelidir. Özellikle büyük işletmeler dış borçlanma konusunda dikkatli olmalıdır. Ülkemizdeki dış borçlanma oranlarının artmasının bir sebebi de işletmelerin dış ticaret yaparken dikkatli kararlar almamasıdır.
Türkiye’nin borçlanma yapısı bu şekilde devam ettiği takdirde ekonomik yönde bozulmalar da devam edecektir. Dolayısıyla ülke içerisindeki borçlanma da artış gösterecek ve en basit olarak personel maaşlarının ödenmesinde de problemler yaşanmaya başlanacaktır. Ülke ekonomisinin dengeli olabilmesi için dış ticaret dengesi kontrol altında tutulmalıdır. İhracat kaynakları geliştirilmelidir. Bu kaynakların gelişmesi, yeni ihracat kanallarının oluşması borçlanma tutarlarının ödenmesine yardımcı olmakla birlikte ülke içerisindeki dış borç stokunu arttıracak ve dış borçlanmaları azaltacaktır.